KADER OYUNU(MU?)
“Ne yapalım, kader”
“Kader de bu da varmış”
“Kader utansın”
Gün içerisinde yukarıdaki cümleleri ya da benzerlerini ne çok duyuyoruz. Sahi nedir gerçekten kader? Acaba gerçekten her şey önceden yazılmışta biz sadece oynuyor muyuz? Öyleyse nedir suç ve ceza? Neden cennet ve cehennem var? Ne garip! Sınavı kaybedene de alkolden ölene de kader diyoruz.
Bir strateji oyunu düşünelim. Satranç mesela… Oyunun kuralları ve belli bir kural koyucusu var. Öyle bir oyun ki tasarımcısı her an her şeye müdahale edebiliyor. İstediği anda istediği oyuncuyu dışarı atabildiği gibi, bir oyuncunun hamlelerini, başka bir oyuncuya aşması gereken bir engel gibi gösterebiliyor. Ve bundan da oyuncuların hiç haberi olmuyor. Oyuncular ise istedikleri anda oyunun tasarımcısından kendilerine yol göstermesini isteyebiliyor.
Her hamlenin sonucunda meydana gelebilecek olasılıklar belli. Hamleleri seçmek ise bizim elimizde. Seçtiğimiz hamlelerin sonuçları istemediğimiz gibi çıktığında oyunun kurallarını bahane etmek biraz cahilce bir tutum gibi geliyor bana…
Hayatta böyle gerçekten… Kaderi programlayan, aklın alamayacağı kadar müthiş bir dengeyle belirlemiş kuralları ve sonuçları, oyna diyor adeta bize… Ve oynuyoruz bizlerde.
Başımıza gelebilecekler belli aslında ama onları seçmek bizim elimizde. İstemediğimiz bir olay yaşadığımızda hemen kadere bağlamak hiçte mantıklı ve dürüstçe gelmiyor bana.
İnsanlar adil olmayı yaratıcıdan öğrenmişlerdir. Yaratılanların sınıflandırılıp, cezalandırılacakların ve mükâfatlandırılacakların önceden belli olması onun adil sıfatına aykırı olmalı… Hem öyleyse neden Kuran “İnsan için çalıştığından başkası yoktur” desin ki. Neden çalışmak bu kadar önemli olsun ki!
Önce düşünceyle başlıyor her şey, düşüncelerimiz davranışlarımız, davranışlarımız karakterimiz, karakterimiz ise kaderimiz oluyor bekli de.
Bu yazı önce arayanlarbulamaz.blogspot.com adresinde yayınlanmıştır.
“Kader de bu da varmış”
“Kader utansın”
Gün içerisinde yukarıdaki cümleleri ya da benzerlerini ne çok duyuyoruz. Sahi nedir gerçekten kader? Acaba gerçekten her şey önceden yazılmışta biz sadece oynuyor muyuz? Öyleyse nedir suç ve ceza? Neden cennet ve cehennem var? Ne garip! Sınavı kaybedene de alkolden ölene de kader diyoruz.
Bir strateji oyunu düşünelim. Satranç mesela… Oyunun kuralları ve belli bir kural koyucusu var. Öyle bir oyun ki tasarımcısı her an her şeye müdahale edebiliyor. İstediği anda istediği oyuncuyu dışarı atabildiği gibi, bir oyuncunun hamlelerini, başka bir oyuncuya aşması gereken bir engel gibi gösterebiliyor. Ve bundan da oyuncuların hiç haberi olmuyor. Oyuncular ise istedikleri anda oyunun tasarımcısından kendilerine yol göstermesini isteyebiliyor.
Her hamlenin sonucunda meydana gelebilecek olasılıklar belli. Hamleleri seçmek ise bizim elimizde. Seçtiğimiz hamlelerin sonuçları istemediğimiz gibi çıktığında oyunun kurallarını bahane etmek biraz cahilce bir tutum gibi geliyor bana…
Hayatta böyle gerçekten… Kaderi programlayan, aklın alamayacağı kadar müthiş bir dengeyle belirlemiş kuralları ve sonuçları, oyna diyor adeta bize… Ve oynuyoruz bizlerde.
Başımıza gelebilecekler belli aslında ama onları seçmek bizim elimizde. İstemediğimiz bir olay yaşadığımızda hemen kadere bağlamak hiçte mantıklı ve dürüstçe gelmiyor bana.
İnsanlar adil olmayı yaratıcıdan öğrenmişlerdir. Yaratılanların sınıflandırılıp, cezalandırılacakların ve mükâfatlandırılacakların önceden belli olması onun adil sıfatına aykırı olmalı… Hem öyleyse neden Kuran “İnsan için çalıştığından başkası yoktur” desin ki. Neden çalışmak bu kadar önemli olsun ki!
Önce düşünceyle başlıyor her şey, düşüncelerimiz davranışlarımız, davranışlarımız karakterimiz, karakterimiz ise kaderimiz oluyor bekli de.
Bu yazı önce arayanlarbulamaz.blogspot.com adresinde yayınlanmıştır.
1 Comments:
Gerçekten cennet ve cehennem var mı sence?... Neyse bu başka bir tartışma konusu. Kadere dönelim.
Bu konuda çok iyi bir örnek yakalamışsın. Satranç; kurallar belli, piyonlar belli, oyunu oynuyorsun. Bana kalırsa kuralları koyan var, ama müdâhale etmiyor. Satrançta bu zaman zaman üçüncü bir elin gelip de kuralların dışında oyuna dâhil olup, taşların yerini değiştirmesine benziyor.
Milan Kundera aslında (Şaka'daydı sanırım) çok iyi örnekliyor bunu: Tanrısal disket. Tanrı (Allah, doğa, inancın her neyse) programı yazıyor, disketi bilgisayara takıyor ve enter tuşuna basıyor. O kadar. Sonra yalnızca program çalışıyor.
Ötesi insanın zayıflıklarına bulmaya çalıştığı kılıflardan ibâret.
Ha şu kader ve kısmet olayı bizde o kadar abartılıdır ki, Türklerle ilgili ingilizce kaynaklarda bâzen açıkça dalga geçildiğini de görmüşlüğüm vardır : "Türkler alkollü olarak arabaya binip, tam gaz gittikten sonra kaza yapınca, bunun kaderlerinde yazılı olduğunu söylemekten hiç çekinmezler" gibi :-)
By ucusanlar, at 17 Kasım, 2005 12:32
Yorum Gönder
<< Home