∞ HİCANKA ∞

Çarşamba, Haziran 21, 2006

Kader Üzerine

    İnsanların çoğu başarıların ve iyiliklerin kaynağını kendinde bulur da kötülüklerin, başarısızlıkların, istemediği durumların sebebini bir yerlere yüklemek ister. “Felek” der “kader” der çoğu kere kötü durumlara. Toplumlar içinde böyle. İslam dünyasında Peygamber’in kurduğu sosyal düzen sarsılıp, siyasi ihtirasların, entrikaların boy gösterdiği, medeniyetin yerini cahiliyetin almaya başladığı dönemde akıl dışı ölçülere varan bir kadercilik anlayışı da yayılmaya başlamıştır.
   Günümüzde ise inananlar arasında net bir kader anlayışı yok gibi. Sınavı kaybedene de alkolden ölene de “kader” diyor, birçok şeyi nasip ve kısmete bağlıyoruz. Nedir gerçekten kader? Acaba gerçekten her şey önceden yazılmışta biz sadece oynuyor muyuz? Öyleyse nedir suç ve ceza? Neden cennet ve cehennem var?
Mevlana her şeyi kadere bağlayanları; Tohumu toprağa ekmekten kaçınıp nasipsizliği felekten bilen zavallılar” diye yorumlarken. Kaderi yok sayanları ise; “Dumanı görüp de ateşi yok sayanlar” diye tanımlar.
    Bir strateji oyunu düşünelim. Oyunun kuralları ve belli bir kural koyucusu var. Öyle bir oyun ki tasarımcısı her an her şeye müdahale edebiliyor. İstediği anda istediği oyuncuyu dışarı atabildiği gibi, bir oyuncunun hamlelerini, başka bir oyuncuya aşması gereken bir engel gibi gösterebiliyor. Bundan da oyuncuların hiç haberi olmuyor. Oyuncular ise istedikleri anda oyunun tasarımcısından kendilerine yol göstermesini yardım etmesini isteyebiliyor. Dünyadaki yaşantımızda böyle bir oyun sanki. Her hamlenin sonucunda meydana gelebilecek olasılıklar belli. Hamleleri seçmek ise bizim elimizde. Göğe taş atarsan düşer. Ateş yakar, yağmursa yıkar. Kâinattaki bu kuralları biz koymadık ama bu kurallara göre yaşamak zorundayız. Kadere inanmak; yaşamdaki bu akıl üstü tasarımı kabul edip ona göre yaşamaktır.
Dört beş metre yüksek bir yerden atlarsam kolum kırılır. Bu kuralı ben koymadım ama buna göre yaşamak zorundayım. Kendimi atıp da “kaderim de bu varmış” demeye hakkım yok. Seçtiğimiz hamlelerin sonuçları istemediğimiz gibi çıktığında oyunun kurallarını bahane edip “kader” diye geçiştirmek sorumluluktan kaçmak gibi.
İnsanlar adil olmayı yaratıcıdan öğrenmişlerdir. Yaratılanların sınıflandırılıp, cezalandırılacakların ve mükâfatlandırılacakların önceden belli olması onun adil sıfatına aykırı olmalı… Hem öyleyse neden Kuran “İnsan için çalıştığından başkası yoktur” desin ki. Neden çalışmak bu kadar önemli olsun ki!
    Tevekkül konusu kaderle bire bir ilişkili bir konu. Kelime karşılığı Allah’a güvenme olan tevekkülle ilgi hep verilen bir örnek vardır. “sen, eşeğini sağlam kazığa bağla sonra tevekkül et diye” bu örneğin hadis olduğu da söylenir. Eşeği sağlam kazığa bağlamazsan eşek kaçar, bu hayatın kurallarından. Hayvanı başıboş bırakıp Allah’tan koruması için yardım istemek. “ben kurallarına uymuyorum ama sen yine de bana yardım et” deyip Yaratıcı’nın kendi yarattığı sistemin dışında bir şeyler yapmasını istemek gibi.
    Bir şeyin olması için biz ne kadar çalışırsak çalışalım kâinatın tasarımcısı izin vermeden olmaz ama izin verdikten sonra da çalışmadan olmaz; çünkü O’nun koyduğu sistem bu. Bu sistemi kavrayıp ona göre düşünmek ve yaşamak gerekiyor.
     Önce düşünceyle başlıyor her şey, düşüncelerimiz davranışlarımız, davranışlarımız karakterimiz, karakterimiz ise kaderimiz oluyor bekli de.

8 Comments:

  • hicanka merhaba
    guzel bir konuya deginmissin. ilk yorum yazan da ben olacagim galiba.
    gercekten de insanlarin cogunun kader anlayisi bidatci cebriyye mezhebininki gibi. insanlar kendilerini kaderin onunde, ruzgarin onundeki gucsuz yapraklar gibi dusunuyorlar ve sanki kendileri icin yazilmis bir senaryoyu oynadiklarini zannediyorlar. senin de dedigin gibi eger boyle olsaydi cennet ve cehennem kavramlari adaletle degil adaletsizlikle butunlesirdi.
    nerede dogdugumuz, annemizin babamızın kim oldugu, hangi asirda yasadigimiz gibi konularda kaderimizde olana mudahale etme sansimiz yok. ama hayat tarzimiz, tercihlerimiz, mesguliyetlerimiz, kararlarimiz tamamen bize bagli.
    bunda Allah'in hicbir zorlamasi ya da dayatmasi soz konusu degil. insanlar tercihlerinde hurdurler. Allah onlarin istediklerini yaratir...
    o hadisi serif de soyle: bir bedevi devesini colde salmis namaza durmustu, Efendimiz (sas) ona neden deveyi baglamadigini sorunca adam Allah'a tevekkul ettigini soylemisti. Efendimiz de bunun uzerine "once deveni bagla sonra Allah'a tevekkul et..." buyurmustu.
    once tedbir sonra takdir derler ya... bu hesap.
    sevgiyle kal,

    By Blogger insan, at 22 Haziran, 2006 19:52  

  • evet ilk sen yaptın yorumu... daha fazla yorum bekliyordum ama pek talep yok nedense....

    By Blogger hicanka, at 23 Haziran, 2006 12:11  

  • belki de cogu kimsenin uzerinde kafa yorma geregi duymadigi bir konudur. ya da yaz rehaveti :)

    By Blogger insan, at 24 Haziran, 2006 00:13  

  • Belki de :)

    By Blogger hicanka, at 24 Haziran, 2006 09:05  

  • Kader Rabbin sonsuz ilmi ile bilmesi demektir...Mesela doğudan ve batıdan aynı istikamette ,falan hızla gelen iki tren , filan mevkide çarpışacaktır...Allah c.c. bunu ilmi ile bilir ve levhi mahfuza kaydeder...Yani o trenler cenab-ı hak bildiği için çarpışmaz,onların çarpışacağını Rabbimiz ilmiyle bilir...Ve bu durumda kaderden şikayet etmek anlamsızdır.(Atâ ve kaza bahsinden de bahsederiz bir gün inş.)

    Suç ve cezaya gelince...İnsana cüzi irade verilmiştir.İnsan her yol yarımında bu verilen iradesi ile bir seçim yapar...Ve insanın yaşadığı hayat seçimlerinin sonucudur...Dolayısıyla tüm sorumluluğu da kendisine aittir...

    Eğer doğru seçimler yapabilmişsek, liyakatimiz olmasa da rabbimizin bize sonsuz lütufları olabilir...Yani tüm iyilik ve güzellikleri Allahtan, tüm kötülükleri kendimizden bilmemizin esası budur...

    Selam ve dua ile....

    By Blogger Hayâl, at 24 Haziran, 2006 12:45  

  • Rivâyet olunduğuna göre bir hırsızı yakalayıp Hz. Ömer'e getirdiler. Hz. Ömer (ra) ona:

    -Niçin çaldın? diye sordu. Hırsız:

    - Çaldımsa Allah'ın takdîriyle çaldım. Allah böyle takdîr etmiş, diye cevab verdi. Hz. Ömer bu cevaba hiçbir şey demedi, yalnız emir verip hırsızlık cezası olarak elini kestirdi ve ayrıca da dayak attırdı. Kendisine niye böyle iki ceza verdiği soruldu.

    - El kesmek hırsızlıktan, dayak da Allah'a yalan ve iftirasından dolayı, cevabını verdi. * * *



    Hz. Osman'ın katli hâdisesine iştirâk edenlerden bâzıları, Hz. Osman'ı kendilerinin öldürmediğini, onu öldürenin Allah olduğunu ileri sürmüşlerdi. Evini muhasara ettikleri zaman ok atarken, Hz. Osman'a:

    - Bu okları sana attıran Allah'tır, diyorlardı. Hz. Osman (ra) onlara şu güzel cevabı vermişti: - Allah'a iftira ediyorsunuz ey yalancılar! Eğer oku Allah attırsa idi, hedefe isabet etmez miydi? * * *

    Bir ihtiyar, Hz. Ali'ye şunu sordu:

    - Bizim Şam'a (Sıffîn Harbi'ne) yürümemiz, Allah'ın kaza ve kaderiyle miydi? Bunu bize söylemelisin! Hz. Ali şu cevabı verdi:

    - Bitkileri, çimenleri bitiren, mahlûkata can veren Allah aşkına derim ki, hangi yere ayak bassak ve hangi yere konsak, bu ancak Allah'ın kaza ve kaderiyle değil de nedir?

    - Öyle ise bizim yorulmamız boşuna, bizim için mükâfat, ecir ve sevaba hak kazanmak yok gibi...

    - Ey ihtiyar, siz giderken Allah size gidişiniz için büyük ecir verdi. Dönüşde de dönüşünüz için ecir verdi. Çünkü siz bunları yaparken zorla yaptırılmış, buna mecbur edilmiş değilsiniz. Bunları arzunuzla yaptınız.

    -Bizi kaza ve kader sevketmedi mi?

    - Yazık! Sen, kaza sana yapıştı, kader sana sarılıp takıldı sanıyorsun. Eğer iş öyle olsaydı, sevab ve ıkâb bâtıl olurdu. Va'd ve vaîde, emir ve nehye lüzum kalmazdı. Günah işleyene Allah ıkâb etmez, iyilik sâhibini de övmezdi. İyilik yapan övülmeğe, kötülük yapandan lâyık olmazdı. Kötülük işleyen de yerilmeğe, iyilik yapandan daha müstehak sayılmazdı. Bu gibi saçma sözler, putlara tapanların, şeytanın ordularının, yalancı şahitlerin, doğruyu görmeyen körlerin sözleridir. Onlar, bu ümmetin Kaderiyesi ve Mecusîleridirler. Allahü Teâlâ kullarını muhayyer bırakmak suretiyle emretti. Sakındırmak için de nehyetti. Kolay olan şeyleri teklif etti. Zorlayarak isyana, boynundan çekerek itâata mecbur etmedi. İnsanlara peygamberleri boşuboşuna göndermedi. Gökleri, yerleri ve bunlar arasında olan varlıkları boş yere yaratmadı. "Böyle şeyler kâfirlerin zanlarıdır, yuh olsun kâfirlere, onlara cehennem var." Bunun üzerine yine sordular:

    - Öyleyse bizi sevkeden kaza ve kader nedir? Hz. Ali:

    - O, Allah'ın emri ve hükmüdür, dedi ve arkasından şu âyet-i kerîmeyi okudu: "Rabbin ancak kendisine kulluk etmenizi emir buyurdu. "İhtiyar sevinerek kalktı ve:

    - Sen o zâtsın ki, sana itâat sayesinde kıyâmet günü Allah'ın rızası umulur. Dinimizin anlayamadığımız mes'elesini bize açıkça îzah ettin. Allah, sana bunun en güzel ecrini versin."

    Kaynak

    By Blogger tahin, at 26 Haziran, 2006 04:03  

  • Seyyid Sıbgatullah hazretleri Bitlis'de bulunduğu sırada bir gün sabah namazından sonra; "Ölümüm sonbaharın sonuna doğru olacak." Başka bir zaman Abdurrahmân Tâhî'nin de bulunduğu bir sırada oturduğu odanın boşaltılmasını emir buyurdu ve vasiyetini yazdıracağını bildirdi. Abdurrahmân Tâhî; "Efendim bu vasiyet de ne oluyor?" dedi. "Bana ilhâm yoluyla yaşamayı veya ölmeyi tercih etmem istendi. Rûhum âhireti diledi." buyurdu. Abdurrahmân Tâhî hazretleri; "Efendimiz sizin hayatta olmanız insanların hayrını çoğaltır. Sadaka veriniz, zîrâ sadaka kaderin hükmünü önler. Kaderin hükmünün kesin olmayıp, sadaka verip vermemeye bağlı olması muhtemeldir." dedi. Bunun üzerine Sıbgatullah Arvâsî hazretleri emir verip çokça sadaka dağıttırdı. Fakat ertesi gün sâlihâ bir kadın gelip; "Eyvâh! Eyvâh! Gavs-ı Âzam şu alçak dünyâdan ayrılıp, Hakk'a kavuşma yolculuğunun eşiğindedir." dedi. "Bunu nereden biliyorsun?" diye sordular. Kadın; "Gavs bana dedi ki: Daha önce hastalanınca sadaka veriliyor ve ecel tehir ediliyordu. Halbuki bu sefer ecelim kesindir. Zîrâ Kazâ-i mübremdir. Ona hiçbir şey engel olamaz, buyurdu." dedi.

    Kaynak

    By Blogger tahin, at 26 Haziran, 2006 04:14  

  • Hayal ve Tahin, katkılarınız için çok teşekkür ediyorum. Böyle doyurucu yorumlarınızı hep bekliyorum

    By Blogger hicanka, at 26 Haziran, 2006 09:53  

Yorum Gönder

<< Home