∞ HİCANKA ∞

Perşembe, Mart 13, 2008

sayı doğrusu

Hayat bir sayı doğrusu olsa kimse sıfır noktasında olmazdı.

Çarşamba, Ekim 03, 2007

sivil hayata merhaba

Askerlik dönüşü fırsat bulup da yazamadım. Tekrar eskisi gibi yazılara kaldığım yerden devam edebilirmiyim bilmiyorum ancak.
Askerlikten ne öğrendin diyenlere "dünyanın ne kadar güzel olduğunu" diyorum.

Salı, Ağustos 14, 2007

şafak 35

şafak 35 az kaldı

Pazar, Haziran 03, 2007

askerlik notları

Uzunca bir aradan sonra yazabiliyorum.
Şu an askerde haftalık çarşı iznine çıktım. 107 gün sonra hür olucam inşaallah.
askere giderken "teslim olmak" deyimini duyduğumda garip geliyordu bana ama öyleymiş hakikaten bir çok şeyden feda edip teslim oluyormuş insan. Yemin töreninden sonra dışarıya ilk çıktığımdaki duygu çok tuhaf sanki farklı bir gezegenden gelip dünyaya ayak basmış gibiydim. İstanbul'un merkezinde de olsa tel örgünün içinde olmak, başka bir dünya da yaşamak gibi hakikaten.
Askerliğin bana öğrettiği en önemli şey: dünyanın güzel ve yaşamaya değer olduğu. İnsan elindekilerin değerini kaybedince anlarmış. Basit gibi gözüken bir çok şey askerlik boyunca elde edemediğim için çok değerli oldu.

Etiketler:

Pazartesi, Nisan 09, 2007

ASKERE GİDİYORUM

Hayatımda yeni bir sayfa açılıyor yaklaşık 6 ay sürecek. Bu sürede fırsat olurda yeni yazılar ekleyebilir miyim? Bilmiyorum.
Zaten yazılara da eski rağbet yok :)
Herkesden hakkını helal etmesini diliyorum...

Cuma, Mart 16, 2007

akıl gönül köprüleri

       İnsanlarla konuştuğumda hep bir sorunlar yumağı görüyorum. Aile sohbetlerinde, kahve muhabbetlerinde, arkadaş gruplarında hep aynı tablo, bir “sistem” var ki hep sorumlu o. “Sistem böyle” cümlesini kullananlara sorsanız ki şu sistem ne diye, çoğu tanımlayamaz bile; ama ne hazin ki insanlarımızın çoğu kişiliklerini, tanımlayamadıkları sisteme göre şekillendirmekte! Bir özel sektör çalışanı, kamu kurumunda çalışmaya başladığında vakti zamanın da eleştirdiği, devlet memuru zihniyetiyle hareket etmeye başlıyor çoğu kere. Gerekçesini sorsanız, sistem böyledir çünkü. Televizyonda vergi kaçıran iş adamlarını seyredip onlara küfreden vatandaş aldığı gömleği birkaç lira eksik almak için fatura almaktan vazgeçiyor.
       Bugün Türkiye’nin hukuk, eğitim, üretim, sağlık, ekonomi ve diğer alanlarındaki sorunları hep alt sorunlardır. Asıl sorun: zihniyet problemidir, insanlarımızın akıllarıyla gönülleri arasındaki köprünün yıkılmasıdır. Toplumun kalitesini parayla yahut kanunlarla geliştirmek pek mümkün değildir. Arap ülkelerini düşünün mesela belli bir enerji kaynağına sahip oldukları için refah düzeyleri yüksek olsa da gelişmiş bir toplum demek çok zordur. İran’a bakın; yasaların engellediği birçok şeyin devlet müdahalesinin mümkün olmadığı ortamlarda sürdüğü bilinmekte.
       Birey toplum ilişkisini, hücrelerle bedenin etkileşimine benzetmişimdir hep. Toplumsal gelişim mi yoksa kişisel gelişim mi sorusunu da bu açıdan bakıldığında yersiz bulduğumu belirtmek isterim. Nasıl ki hücrelerin hasta olduğu bir bedenin sağlığından söz etmek mümkün değilse bireylerinin niteliksiz olduğu bir topluluğun gelişmişliğinden söz etmek mümkün değildir. Psikolojik çöküntülerin yaşandığı toplumlarda sosyolojik çözünmelerin yaşanması kaçınılmazdır.
       Günümüz toplumuna baktığımızda, hırslarına ve açgözlülüklerine yenik düşerek, dünya’nın kaynaklarını sömürmek için aciz insanları öldürmeyi bile göze alanlar çoğunluğa göre çok daha akıllı ve bilgilidirler. Hitler’i veya günümüzün diğer zalimlerini düşünelim akılsız olduklarını iddia edebilir miyiz?
       Akıl yöneten, gönül ise yönlendirendir, vicdan gönlün akla ulaşan sesidir. Gönlün güdümünden çıkan akıl zararlı bir hale dönüşür. İdeal insan; maddi ve manevi vücudunu dengeleyip aklını ve gönlünü birlikte kullanabilendir. İnsan bu dengeyi bozduğunda bundan sadece kendisi değil, konumuna göre tüm insanlık etkilenebilmektedir. O yüzden değil midir ki her geçen gün bu gerçeğin önemi daha çok anlaşılmakta? IQ’nun yeterli olmadığı çağımızda EQ’dan ve SQ’dan bahsedilmekte. İnsan benliğini anlamaya yönelik çalışmaların sayısı her geçen gün artmakta. İster Freund bakışıyla “ego”, “süper ego” deyin. İsterseniz akıl gönül diye adlandırın; ama toplumun kalbiyle aklı arasında sağlam köprüler olan olgun bireylere çok ihtiyacı var.

Pazar, Şubat 04, 2007

Dört Kuş

     “Bir vakitte İbrahim “Ey Rabbim bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster.” demişti. Allah, “Buna inanmadın mı yoksa ?” demiş, o da: “İnandım fakat kalbimin iyice yatışması için” dedi. Allah da dedi ki: “O halde kuşlardan dördünü tut da, bunları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça dağıt, sonra da çağır onları, sana koşa koşa gelirler. Bil ki, Allah Azizdir, Hakimdir.” (Bakara-260)

      Mevlana bu ayeti, cesetlerin dirilmesiyle ilgili zahiri anlamının dışında ruhların dirilmesi olarak işari tefsir etmektedir. Şöyle ki, Yüce Allah’ın kurbiyetinden uzaklaşarak, bu maddi aleme inen ruhlara, maddi ve süfli vasıflar arız olmuş, ruhlar önceki saflık ve özelliklerini kaybetmiştir. Ruhların önceden olduğu gibi saf ve manen temiz olmaları için kendilerine galebe gelmeye çalışan bu süfli arızlardan kurtulması gerekmektedir. İşte Mevlana yukarıda geçen ayeti kötü huyları terk ederek, ruhların kurtuluşuna delil saymaktadır. Mesnevi’nin 5. cildinde “Beşerde dört gönül sıkıcı vasıf vardır. Bu dört şey aklın çarmıhı olmuştur” diye başlayıp bu kuşları tavus, kaz, karga ve horoz olarak betimleyip kazın hırsı ve aç gözlülüğü , horozun şehveti, tavusun makam ve şöhreti, karganın ise boş emelleri temsil ettiğini söyler.
      Kazın temsil ettiği hırs ve aç gözlülük öldürülürse yerine kanaat, az yeme, az uyuma gibi iyi huylar alarak ruhun dirilmesinde önemli bir mesafe alınacağını söyler.
    Makam, mevki ve elindeki geçici kendine ait olmayan nimetlerle kibirlenip övünmeyi de tavusun derin bir kibir içinde kabararak salına salına yürümesine benzetip şöhret sevdasının ve kibirin öldürülmesi gerektiğini anlatır.
      “Karganın “gak gak” diye bağırması uzun ömürlü olmasına daha çok yaşamak için yalvarmasıdır” der ve çok yaşama ve dünyaya bağlılık arzusunun da manevi diriliş için kurban edilmesi gerektiğini söyler.
      Horoz bahsine gelince horoz bir taraftan yemlenirken, diğer taraftan da bütün işi şehvet düşkünlüğüdür der ve insanın içindeki şehvetperestliği de horoza benzetir. Şehvetin çok önemli bir tuzak olduğunu belirterek; “O, nice binlerce güzel adı kötüye çevirmiş, nice binlerce akıllıya tuzaklar kurmuştur.” der. Netice itibarıyla şehvetin basiret gözünü kapattığını ve böylelikle insanın başına gelecek kötülükleri göremeyeceğini anlatır.