∞ HİCANKA ∞

Pazartesi, Nisan 17, 2006

Kimlikler ve kişilikler

Ne yazık ki, karşımızdakilerin kimliklerini
görmekten kişiliklerini fark edemiyoruz.



        Bir televizyon programında spiker soruyor: “kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz” diye “sadece insanım” cevabı yetmiyor. Muhafazakâr, demokrat, sosyalist gibi tanımlamalar duymak istiyor. Atatürk’e minnettar olmak ve onun kurduğu ülkeyi geliştirmek için çalışmak yetmiyor illaki kendini Kemalist veya Atatürkçü diye tanıtacaksın. İslamiyet’i yaşamaya çalışan ama demokrasinin de gerekliliğine inan biri olayım dersen kabul edilmiyor. Kimliğini göster diyorlar sana. Ne yazıyor kimliğinde, muhafazakâr-demokrat mı?
        Hep kimliklere bakıyoruz. Birilerinin, birileri adına çıkardığı kimliklere… “Solcu” yazıyor mesela bir kimlikte. Diğerinde “dinci”, öbüründe “laik”, birinde “komünist”, bir başkasında “faşist” bir diğerinde bilmem ne… Öylesine çok duyuyor öylesine çok görüyoruz ki bunları. Birisiyle tanıştığımızda ilk aklımıza gelen sorulardan biri: Neci? Genellikle “bu kim” sorusundan önce “bu neci” diye düşünüyoruz.
        Kimliklere öyle kaptırıyoruz ki… Karşımızdakinin hareketlerinden, takılarından, el sıkışından, okuduğu kitaptan, kullandığı kelimelerden bile kimliğini anlıyor, hemen bir kalıba sokuveriyoruz. O insan hakkında karar vereceksek kendisine değil, ona ait olduğunu düşündüğümüz kimliğe bakıyoruz. Baktığımız kimlik; aslında zihnimizdeki kalıptan başka bir şey değil. Mesela birine kızacaksak onun kimliğinde “dinci” yazıyorsa gerçekte kızdığımız, hatta saldırdığımız kişinin kendisi değil zihnimizdeki “dinci” kalıbı.
        Bir insanla iletişimi kuvvetlendirmek için o insanla özel bir şeyler paylaşmak, birlikte bir şey üretmek veya ortak noktalarda buluşmak gerekir. Sol görüşlü bir öğrenci, türbanlı bir kızla, özel bir şey paylaşırsa görüyor ki; o da benzer şeyleri sevebiliyor, o da âşık olabiliyor, o da üzülebiliyor, kızabiliyor. “Onun da duyguları var o da benim gibi bir insan”ı ancak o zaman fark ediyor. Ne yazık ki karşımızdakilerin kimliklerini görmekten kişiliklerini fark edemiyoruz. Bir dindar bir sosyalistin kendisini asla anlamayacağını düşünüyor. Bazı sol görüşlülere göre de inanan ve inandığı gibi hayatını şekillendirmeye çalışan bir Müslüman kafası çalışmayan sürekli kontrol altında tutulması gereken potansiyel suçlu. Farklı kimliklere sahip kişiler birbirlerinin insan olduklarını bile unutuyor. Oysa insan her yerde insandır. Meyhanede de olsa Kâbe’de de olsa, ister türbanlı olsun, ister mini etekli, insan hep insan.


Salı, Nisan 11, 2006

Doğum günüm

Bugün doğum günüm.
Bedenimin bir yaş daha büyüdüğü gün.
Peki ya ruhum, aklım, gönlüm…
Onlarda büyüdü mü?
Bugün doğum günüm.
Her doğum bir başlangıç, bahar gibi, şafak gibi…
Ve her doğum bir ölümün habercisi,
Gündüzün geceye, baharın güze dönmesi gibi…
Bugün doğum günüm.
İlk günden bugüne aklımı ve gönlümü
Ne çok şeye harcamış, ne çok şey için yormuşum
Şimdi hiçbiri yok.
Şimdi sadece, beni ben yapan ne varsa onlar kalmış elimde
Anladım ki, insan yalnızca kendini biriktirirmiş
Elinde kalan kendinden başkası değilmiş.
Sahip olunan tek şey kişilikmiş
Kişilik ki en aşağılara yuvarlayan,
Kişilik ki sonsuzluğa ulaştıran…

Pazartesi, Nisan 03, 2006

Farklı olanı tanımak

       Biri antropoloji diğeri psikoloji eğitimi almış iki kişiyle mutluluktan sohbet ederken bilmedikleri bir konuyu; tasavvufun mutluluğa bakışını anlatmak istemiştim. İlk cümlelerimi tamamlamadan “sen şükürden bahsediyorsun ben şükre karşıyım” dedi biri, diğeri de arkasından “ben de inanmıyorum” u ekledi. Sözlerime tam başlamadan bitirmeyi tercih ettim. Oysa şükretmek değildi asıl anlatmak istediğim. Aydınlarımızın durumunu hatırlattı bu olay bana bazı konular var ki, ekseri din çerçevesinde şekillenen konular, insanlar bilmek bile istemiyorlar. Bilmek başka şeydir inanmak ve yaşamak başka şeylerdir. Bir konuda bilgi sahibi olmanız o konuya inanmanızı gerektirmez.
        “İnsanla ilgili olan her şey bana yakındır” Marx bu sözü çok sevdiği sözler arasında zikreder. Aydınlarımızın din gibi insanla ilgisi tartışılmaz derecede kesin olan, kitlelerin hayatlarını adadığı bir fenomeni anlamak ve öğrenmek için çabalamamaları tuhaf geliyor bana. Marx’ın Nietsche’in öğretilerini öğrenme zarureti hissedilirken inanç sistemlerini, dini öğretileri öğrenmeye çalışmak bayağı bir iş gibi algılanıyor. Bilgeliği imaja kurban eden aydınlarımız ve onlara özenenlerin oluşturduğu bilgiçler güruhu tam olarak ne olduğunu anlamadan eleştirmeye ve aşağılamaya başladığında da komik duruma düşüyorlar.
        Bir şeylerin israf edildiğini görmek fazlasıyla üzer beni. Sadece maddi varlıkların değil, en çok da zamanın ve bilginin israfı derinden etkiler. Bugün kişisel gelişim ve para psikoloji uzmanlarıın birçok konuda etkilendiği, muazzam birikime sahip tasavvuf kültürünün “şeyhler-meyhler” yahut “hacılar-hocalar” diye üstünün çizilmesini anlayamıyorum. Sanki çok değerli ve her yerde bulunmayan bir peynir çeşidini eline geçiren çocuğun kokuşmuş zannederek çöpe atması gibi…
        Öğrenmek isteyene kainat baştan sona bir kitap bütün insanlık bir öğretmen olur. Bugün gerçek anlamda aydın bir kişi olmak isteyen bir şeyi öğrenirken karşıtlarını da öğrenmesi gerektiğini unutmamalıdır. Komünizmi, materyalizmi öğrenmek bir müslümanı dinden çıkarmaz. Aynı şekilde İslamiyet’i veya diğer dinleri öğrenmek insanı akılcılıktan bilimsellikten uzaklaştırmaz. İslam medeniyetinin altın çağlarında yunan düşünürlerin eserlerinin Arapça ve Farsçaya çevrildiğini unutmayalım. Kendi inançlarına ve değerlerine güvenen insan başka öğretileri ve fikirleri incelemekten korkmamalı. Ne yazık ki bugün çok büyük bir kalabalık bırakın başka öğretileri kendi inandığı veya inandığını zannettiği değerleri bile araştırmaya çalışmıyor.