İstanbul'da
1- 9 Temmuz tarihleri arasında İstanbul'daydım.
Gezi yazım ve çektiğim fotolardan üçü aşağıda.
       İlk gün Moda ve Kadıköy’ü gezdik. Bir zamanlar güzel evleriyle meşhur olan Moda şimdi de İstanbul’un en güzel semtlerinden. Ertesi gün yani Pazar günü adalara gitme gafletinde bulunduk. Gerçekten de adalara Pazar günü gitmek büyük bir ızdırapmış. Vapur o kadar kalabalıktı ki kendimi toplama kamplarına giden gemilerde gibi hissettim. Daha çok plaj olarak kullanılan Kınalı, Burgaz ve Heybeli Ada’yı geçip İstanbul’un güzelliği korunmuş yerlerinden Büyükada’ya vardık. İskeleye yakın olan tepede görülmesi gereken yapılardan biri olduğunu okumuştuk. Güç bela tepeye çıktığımızda, dünyanın sayılı ahşap binalarından biriyle karşı karşıyadık. Şimdi kendisi yetim olan Rum Yetimhanesi, 216 odalı muazzam bir ahşap yapıydı. Ada turunu tamamlayıp Eminönü’ne döndük. Sultanahmet’e yürüme mesafesindeki Ahırkapı’da kaldığımız için Akşamı Sultanahmet Meydanı’nda geçirdik. Ayasofya gece ayrı bir güzellikle selamlıyordu bizi. Ayın belirli günlerinde farklı dillerde yapılan Sultanahmet Camisi’ndeki ses ve ışık gösterisini seyredip geceyi tamamladık.
       Ertesi gün Mozaik Müzesi’ni, Türk İslam Eserleri Müzesi’ni ve Ayasofya’yı gezdik. Ayasofya bahçesinden baktığımızda oldukça bakımsız dursa da içerisine girdiğimizde heybetiyle cezp ediyordu.
       Sultan Ahmet Camisi’nde “kapri” model pantolonlu ve bezbol şapkalı bir gençle, uzun sakallı ve entarili ellili yaşlardaki adam, aynı safta yan yana namaz kılıyorlardı. Gördüğüm bu manzara, İstanbul’da çok kültürlülüğün hala egemen olduğunun bir göstergesiydi benim için.
       Topkapı Sarayı’nı ve Arkeoloji Müzesi’ni gezdik bir sonraki gün. Topkapı’daki Harem dairesinin ayrı bir ücret karşılığında ve yalnızca gruplar halinde gezilebilmesi gezimizi biraz sekteye uğratmıştı. Daha sonra Dolmabahçe’yi gezerken neden benzer uygulamanın burada yapılmadığını düşünecektim. Sarayı gezerken şimdiki müdürü İlber Ortaylı’nın Topkapı ile ilgili söyledikleri aklıma geliyordu.
       Çarşamba günü Beyazıt ve Süleymaniye’yi gezdik.
Beyazıt’taki sahaflar çarşısı beni hayal kırıklığına uğrattı. Giderken eski kitapları karıştırma ve belki de bazı kitapları bulup alma düşüncesiyle gitmiştim ancak KPSS vb. sınav hazırlık kitaplarıyla dolu eski kitapların olmadığı bir sahaflar çarşısını görünce şaşkınlıkla üzüntüyü bir arada yaşadım. Meydandaki Hat Müzesi için gezdiğim müzeler içinde en bakıma muhtaç olanı diyebilirim. Süleymaniye Camii’ne doğru yürürken kimisi restore edilmiş kimisi de sırasını bekleyen ahşap binalarla süslü dar sokaklardan geçiyorduk. Camiye vardığımızda dünyanın en güzel anıtlarından birisi Muhteşem Süleyman’ın Muhteşem Camisi duruyordu karşımızda. Sinan “kalfalık eserim” demiş ama herhalde birçok baş mimar böyle bir kalfalığı tercih ederdi. Süleymaniye ve diğer camilerin kararmış duvarlarını gördükçe Tarihi Yarımada’nın motorlu araç trağine kapatılması projesinin ne kadar yerinde bir karar olduğunu düşündüm.
       Miniaturk, Eyüp, Fener ve Balat’ı gezdik ertesi gün. Bir sonraki gün de Dolmabahçe, Beşiktaş ve Ortaköy’ü gezdik. Dolmabahçe’nin rehberler eşliğinde gezilmesi çok hoştu. Milli Saraylar Dairesi’ne bağlı olmanın avantajı mıdır nedir bilmem ama Dolmabahçe Topkapı’ya göre daha sistemli çalışıyordu. Bu arada neden bazı sarayların Kültür Bakanlığı’na bazılarının da Milli Saraylar dairesine bağlı olduğunu anlayamadım açıkçası.
       Cumartesi Beylerbey’i, Kandilli ve Çengelköy’ü gezdikten sonra Pazar günü Dede Efendi Evi’ni, Galata Mevlevihanesi’ni, Beyoğlu ve Yıldız Sarayı’nı gezdik Yıldız Sarayı Sahaflardan sonra yaşadığım ikinci hayal kırıklığı oldu. Dolmabahçe veya Beylerbeyi sarayı tarzında bir gezi beklerken küçücük bir müzeyi gezmişiz gibi oldu. Uzun yıllardır devam eden restore çalışmaları hala sürüyormuş.
Sanki biraz öksüz bir saraydı ki bir çok İstanbullu yerini bile bilmiyor. Son akşamda Salacak’ta Kız kulesi’ne karşı çay içerek dokuz günü tamamladık.
       Ertesi gün Moderniteyle tarihin harmanlandığı bir başka şehre, benim küçük İstanbul dediğim Bursa’ya geçtik iki günü orda geçirip İzmir’e döndük.
       İstanbul’u çirkinleştirmek için elli yıldır elimizden geleni yapmışız sanki ama hala çok güzel… İstanbul için söyleyeceğim son cümle; görgüsüzlüğün kollarında can çekişen asil şehir…
Gezi yazım ve çektiğim fotolardan üçü aşağıda.
       İlk gün Moda ve Kadıköy’ü gezdik. Bir zamanlar güzel evleriyle meşhur olan Moda şimdi de İstanbul’un en güzel semtlerinden. Ertesi gün yani Pazar günü adalara gitme gafletinde bulunduk. Gerçekten de adalara Pazar günü gitmek büyük bir ızdırapmış. Vapur o kadar kalabalıktı ki kendimi toplama kamplarına giden gemilerde gibi hissettim. Daha çok plaj olarak kullanılan Kınalı, Burgaz ve Heybeli Ada’yı geçip İstanbul’un güzelliği korunmuş yerlerinden Büyükada’ya vardık. İskeleye yakın olan tepede görülmesi gereken yapılardan biri olduğunu okumuştuk. Güç bela tepeye çıktığımızda, dünyanın sayılı ahşap binalarından biriyle karşı karşıyadık. Şimdi kendisi yetim olan Rum Yetimhanesi, 216 odalı muazzam bir ahşap yapıydı. Ada turunu tamamlayıp Eminönü’ne döndük. Sultanahmet’e yürüme mesafesindeki Ahırkapı’da kaldığımız için Akşamı Sultanahmet Meydanı’nda geçirdik. Ayasofya gece ayrı bir güzellikle selamlıyordu bizi. Ayın belirli günlerinde farklı dillerde yapılan Sultanahmet Camisi’ndeki ses ve ışık gösterisini seyredip geceyi tamamladık.
       Ertesi gün Mozaik Müzesi’ni, Türk İslam Eserleri Müzesi’ni ve Ayasofya’yı gezdik. Ayasofya bahçesinden baktığımızda oldukça bakımsız dursa da içerisine girdiğimizde heybetiyle cezp ediyordu.
       Sultan Ahmet Camisi’nde “kapri” model pantolonlu ve bezbol şapkalı bir gençle, uzun sakallı ve entarili ellili yaşlardaki adam, aynı safta yan yana namaz kılıyorlardı. Gördüğüm bu manzara, İstanbul’da çok kültürlülüğün hala egemen olduğunun bir göstergesiydi benim için.
       Topkapı Sarayı’nı ve Arkeoloji Müzesi’ni gezdik bir sonraki gün. Topkapı’daki Harem dairesinin ayrı bir ücret karşılığında ve yalnızca gruplar halinde gezilebilmesi gezimizi biraz sekteye uğratmıştı. Daha sonra Dolmabahçe’yi gezerken neden benzer uygulamanın burada yapılmadığını düşünecektim. Sarayı gezerken şimdiki müdürü İlber Ortaylı’nın Topkapı ile ilgili söyledikleri aklıma geliyordu.
       Çarşamba günü Beyazıt ve Süleymaniye’yi gezdik.
Beyazıt’taki sahaflar çarşısı beni hayal kırıklığına uğrattı. Giderken eski kitapları karıştırma ve belki de bazı kitapları bulup alma düşüncesiyle gitmiştim ancak KPSS vb. sınav hazırlık kitaplarıyla dolu eski kitapların olmadığı bir sahaflar çarşısını görünce şaşkınlıkla üzüntüyü bir arada yaşadım. Meydandaki Hat Müzesi için gezdiğim müzeler içinde en bakıma muhtaç olanı diyebilirim. Süleymaniye Camii’ne doğru yürürken kimisi restore edilmiş kimisi de sırasını bekleyen ahşap binalarla süslü dar sokaklardan geçiyorduk. Camiye vardığımızda dünyanın en güzel anıtlarından birisi Muhteşem Süleyman’ın Muhteşem Camisi duruyordu karşımızda. Sinan “kalfalık eserim” demiş ama herhalde birçok baş mimar böyle bir kalfalığı tercih ederdi. Süleymaniye ve diğer camilerin kararmış duvarlarını gördükçe Tarihi Yarımada’nın motorlu araç trağine kapatılması projesinin ne kadar yerinde bir karar olduğunu düşündüm.
       Miniaturk, Eyüp, Fener ve Balat’ı gezdik ertesi gün. Bir sonraki gün de Dolmabahçe, Beşiktaş ve Ortaköy’ü gezdik. Dolmabahçe’nin rehberler eşliğinde gezilmesi çok hoştu. Milli Saraylar Dairesi’ne bağlı olmanın avantajı mıdır nedir bilmem ama Dolmabahçe Topkapı’ya göre daha sistemli çalışıyordu. Bu arada neden bazı sarayların Kültür Bakanlığı’na bazılarının da Milli Saraylar dairesine bağlı olduğunu anlayamadım açıkçası.
       Cumartesi Beylerbey’i, Kandilli ve Çengelköy’ü gezdikten sonra Pazar günü Dede Efendi Evi’ni, Galata Mevlevihanesi’ni, Beyoğlu ve Yıldız Sarayı’nı gezdik Yıldız Sarayı Sahaflardan sonra yaşadığım ikinci hayal kırıklığı oldu. Dolmabahçe veya Beylerbeyi sarayı tarzında bir gezi beklerken küçücük bir müzeyi gezmişiz gibi oldu. Uzun yıllardır devam eden restore çalışmaları hala sürüyormuş.
Sanki biraz öksüz bir saraydı ki bir çok İstanbullu yerini bile bilmiyor. Son akşamda Salacak’ta Kız kulesi’ne karşı çay içerek dokuz günü tamamladık.
       Ertesi gün Moderniteyle tarihin harmanlandığı bir başka şehre, benim küçük İstanbul dediğim Bursa’ya geçtik iki günü orda geçirip İzmir’e döndük.
       İstanbul’u çirkinleştirmek için elli yıldır elimizden geleni yapmışız sanki ama hala çok güzel… İstanbul için söyleyeceğim son cümle; görgüsüzlüğün kollarında can çekişen asil şehir…
16 Comments:
Mashallah, dolu dolu gecmis Istanbul gezisi... Darisi basimiza inshallah:)
Peygamber Efendimiz'in Mirac'ta nazar edip begendigi sehir Istanbul.. Mirac sirasinda Istanbul'un tum zamanlarini goren Efendimiz Aleyhisselam, yine de, "Guzel Belde" demis Sehr-i Istanbul, Beldetün Tayyibetün'e..
O halde, en kotu zamaninda bile "Guzel Belde" olarak kalacaktir..
Gorenin asik oldugu, birakip gidemedigi, insanda cok farkli, kelimelerle ifade edilemeyecek hisler uyandiran Istanbul'un sirrini cozemezdim..
Ne zaman ki Efendimiz Aleyhisselam'in Istanbul'u ovdugu kafama dank etti.. O vakit anladim..
O Sultan'in ovdugu bir yer elbette insanlara, nedenini cozemeseler de, "buyulu", "vazgecilmez", "muhtesem" gelecektir.. Kolay mi.. Evrenlerin ugruna yaratildigi bir Sultan'in ovgusunu almis belde..
Beldetün Tayyibetün..
Ozledim:(
Bir gun Londra otobuslerinden birisinde yolculuk ediyorum. Elimde, Londra'da cikan bir Turk gazetesi.. Kose yazarlarindan bir tanesi Istanbul'a gitmis, gelince de kosesinde anlatmis.. Okurken, hungur hungur agladim...
Bazen isyerinde google'in images kismina girer, Istanbul yazardim.. Sonra da resimlere bakip bakip aglardim.. Artik yapmiyorum.. Cok aglatiyor:)
Biktim, biktim, biktim.. desem de.. O beldeden bikamiyor insan.. Her nahoslugu siliniveriyor akildan hemen.. Hep, donup dolasip, gene oraya varmak istiyor insan..
Ozledim:(
By tahin, at 15 Temmuz, 2006 07:48
hosgeldin demek icin cok gec kalmisim :)
istanbul... bazen yogunlugundan o kadar bıkıyorum ki elime gecen ilk fırsatta baska bir kente tasınmayı hayal ediyorum. ama sonra garip bir sekilde bu sehre muptela oldugumu hatırlayıp tum olumsuzluklarına ragmen hudayi yokusu ve kizkulesinin hatirina istanbulda uyuyorum ...
sevgiyle,
By insan, at 16 Temmuz, 2006 14:40
Kapsamlı bir gezi yapmışsınız.Ne güzel.
Ben de gezdim sanıyordum İstanbul'u ama sizi okuyunca gezmediğimi anladım.Oysa harita elimde tek tek gezmiştim tarihi kültürel yerleri.
Yıldız Sarayı mesela.
Hep merak ederim aslında son padişah Vahdettin'in düşman gemilerine bakıp bakıp kimbilir içinden neler geçirdiği bu mahzun sarayı.Ama gezmedim hala.
İlber Ortaylı benim okuldan hocam.Onu anmışsınız ya,aklıma eski günlerim geldi;benim önceleri hiç sevmeyip de,şimdilerde çok sevdiğim Ankara'ya dair...
İnşallah Tahin kardeşimiz de İstanbul'a kavuşur ve üzülmez böyle.
Yalnız bir şeyi meraklandım yorumunda.Müraç'da İstanbul'un gelmişi ve geçmişini seyreylediğine dair kaynağı ne Peygamberimiz ile ilgili.Hiç rastlamadım böyle bir bilgiye ben.Tabii her bilgiyi hatmettim gibi algılamayın lütfen.
By cenkunal, at 17 Temmuz, 2006 01:20
miraç yerine müraç yazmışım yanlışlıkla.düzeltiyorum.
By cenkunal, at 17 Temmuz, 2006 01:21
Tahin inş. İstanbul'a kavuşursun.
bu arada Cenk Bey'in söylediği Miraç olayını ben de merak ettim
By hicanka, at 17 Temmuz, 2006 10:13
İnsan,
gördüğüm bir çok istanbullu senin gibi terk etmeyi düşünse de terk edemiyor bir türlü.
By hicanka, at 17 Temmuz, 2006 13:40
Peygamber Efendimiz Mirac'a ciktigi zaman zaman kavraminin ortadan kalktigini, Efendimiz Aleyhisselam'in tum evrenlere ve zamanlara yansidigini soyler Haluk Nurbaki hoca.
Boylece Efendimiz Aleyhisselam ummetinin ve dunyanin gelecekteki halini de gormustur.
By tahin, at 22 Temmuz, 2006 14:07
İstanbul tüm çirkinliği ile güzel.
By İbn-i Sina, at 22 Temmuz, 2006 23:59
hoş geldin ibn-i sina
inş. ziyaretlerin devamlı olur
By hicanka, at 24 Temmuz, 2006 10:03
hoşbulduk, bişey sorcam: Dolmabahçedeki rehberlerin en çok kullandığı kelime hala "simetri" mi?:)) Ben gittiğimde simetri diyorlardı başka da bişey demiyorlardı...
By İbn-i Sina, at 24 Temmuz, 2006 18:29
insanlarını aradan çıkarırsak muhteşem bir şehir
By Unknown, at 25 Temmuz, 2006 21:14
Dolmabahçe'nin simetrisi çok vurgulanıyor ama başka şeyler de söylüyor hakkını yemeyelim :)
By hicanka, at 27 Temmuz, 2006 12:01
bugünlerde istanbula gitmek isteği büyümüştü içimde, bu yazıyı da okuyunca iyice depreşti.seneye inşaallah..
By Siyah Zambak, at 30 Temmuz, 2006 11:55
merhaba siyah zambak hoş geldin.
umarım bundan sonra da ziyaretlerin sürer.
By hicanka, at 30 Temmuz, 2006 19:54
hoşbulduk, bende beklerim..
By Siyah Zambak, at 30 Temmuz, 2006 22:29
Tarihi yarım adadaki 7 tepenin kalbidir sultanahmet.
Kıymetini iyi bilmek lazım.
By Unknown, at 16 Aralık, 2009 10:57
Yorum Gönder
<< Home