Kimlikler ve kişilikler
Ne yazık ki, karşımızdakilerin kimliklerini
görmekten kişiliklerini fark edemiyoruz.
        Bir televizyon programında spiker soruyor: “kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz” diye “sadece insanım” cevabı yetmiyor. Muhafazakâr, demokrat, sosyalist gibi tanımlamalar duymak istiyor. Atatürk’e minnettar olmak ve onun kurduğu ülkeyi geliştirmek için çalışmak yetmiyor illaki kendini Kemalist veya Atatürkçü diye tanıtacaksın. İslamiyet’i yaşamaya çalışan ama demokrasinin de gerekliliğine inan biri olayım dersen kabul edilmiyor. Kimliğini göster diyorlar sana. Ne yazıyor kimliğinde, muhafazakâr-demokrat mı?
        Hep kimliklere bakıyoruz. Birilerinin, birileri adına çıkardığı kimliklere… “Solcu” yazıyor mesela bir kimlikte. Diğerinde “dinci”, öbüründe “laik”, birinde “komünist”, bir başkasında “faşist” bir diğerinde bilmem ne… Öylesine çok duyuyor öylesine çok görüyoruz ki bunları. Birisiyle tanıştığımızda ilk aklımıza gelen sorulardan biri: Neci? Genellikle “bu kim” sorusundan önce “bu neci” diye düşünüyoruz.
        Kimliklere öyle kaptırıyoruz ki… Karşımızdakinin hareketlerinden, takılarından, el sıkışından, okuduğu kitaptan, kullandığı kelimelerden bile kimliğini anlıyor, hemen bir kalıba sokuveriyoruz. O insan hakkında karar vereceksek kendisine değil, ona ait olduğunu düşündüğümüz kimliğe bakıyoruz. Baktığımız kimlik; aslında zihnimizdeki kalıptan başka bir şey değil. Mesela birine kızacaksak onun kimliğinde “dinci” yazıyorsa gerçekte kızdığımız, hatta saldırdığımız kişinin kendisi değil zihnimizdeki “dinci” kalıbı.
        Bir insanla iletişimi kuvvetlendirmek için o insanla özel bir şeyler paylaşmak, birlikte bir şey üretmek veya ortak noktalarda buluşmak gerekir. Sol görüşlü bir öğrenci, türbanlı bir kızla, özel bir şey paylaşırsa görüyor ki; o da benzer şeyleri sevebiliyor, o da âşık olabiliyor, o da üzülebiliyor, kızabiliyor. “Onun da duyguları var o da benim gibi bir insan”ı ancak o zaman fark ediyor. Ne yazık ki karşımızdakilerin kimliklerini görmekten kişiliklerini fark edemiyoruz. Bir dindar bir sosyalistin kendisini asla anlamayacağını düşünüyor. Bazı sol görüşlülere göre de inanan ve inandığı gibi hayatını şekillendirmeye çalışan bir Müslüman kafası çalışmayan sürekli kontrol altında tutulması gereken potansiyel suçlu. Farklı kimliklere sahip kişiler birbirlerinin insan olduklarını bile unutuyor. Oysa insan her yerde insandır. Meyhanede de olsa Kâbe’de de olsa, ister türbanlı olsun, ister mini etekli, insan hep insan.
görmekten kişiliklerini fark edemiyoruz.
        Bir televizyon programında spiker soruyor: “kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz” diye “sadece insanım” cevabı yetmiyor. Muhafazakâr, demokrat, sosyalist gibi tanımlamalar duymak istiyor. Atatürk’e minnettar olmak ve onun kurduğu ülkeyi geliştirmek için çalışmak yetmiyor illaki kendini Kemalist veya Atatürkçü diye tanıtacaksın. İslamiyet’i yaşamaya çalışan ama demokrasinin de gerekliliğine inan biri olayım dersen kabul edilmiyor. Kimliğini göster diyorlar sana. Ne yazıyor kimliğinde, muhafazakâr-demokrat mı?
        Hep kimliklere bakıyoruz. Birilerinin, birileri adına çıkardığı kimliklere… “Solcu” yazıyor mesela bir kimlikte. Diğerinde “dinci”, öbüründe “laik”, birinde “komünist”, bir başkasında “faşist” bir diğerinde bilmem ne… Öylesine çok duyuyor öylesine çok görüyoruz ki bunları. Birisiyle tanıştığımızda ilk aklımıza gelen sorulardan biri: Neci? Genellikle “bu kim” sorusundan önce “bu neci” diye düşünüyoruz.
        Kimliklere öyle kaptırıyoruz ki… Karşımızdakinin hareketlerinden, takılarından, el sıkışından, okuduğu kitaptan, kullandığı kelimelerden bile kimliğini anlıyor, hemen bir kalıba sokuveriyoruz. O insan hakkında karar vereceksek kendisine değil, ona ait olduğunu düşündüğümüz kimliğe bakıyoruz. Baktığımız kimlik; aslında zihnimizdeki kalıptan başka bir şey değil. Mesela birine kızacaksak onun kimliğinde “dinci” yazıyorsa gerçekte kızdığımız, hatta saldırdığımız kişinin kendisi değil zihnimizdeki “dinci” kalıbı.
        Bir insanla iletişimi kuvvetlendirmek için o insanla özel bir şeyler paylaşmak, birlikte bir şey üretmek veya ortak noktalarda buluşmak gerekir. Sol görüşlü bir öğrenci, türbanlı bir kızla, özel bir şey paylaşırsa görüyor ki; o da benzer şeyleri sevebiliyor, o da âşık olabiliyor, o da üzülebiliyor, kızabiliyor. “Onun da duyguları var o da benim gibi bir insan”ı ancak o zaman fark ediyor. Ne yazık ki karşımızdakilerin kimliklerini görmekten kişiliklerini fark edemiyoruz. Bir dindar bir sosyalistin kendisini asla anlamayacağını düşünüyor. Bazı sol görüşlülere göre de inanan ve inandığı gibi hayatını şekillendirmeye çalışan bir Müslüman kafası çalışmayan sürekli kontrol altında tutulması gereken potansiyel suçlu. Farklı kimliklere sahip kişiler birbirlerinin insan olduklarını bile unutuyor. Oysa insan her yerde insandır. Meyhanede de olsa Kâbe’de de olsa, ister türbanlı olsun, ister mini etekli, insan hep insan.