Kendin olmak mı, farklı olmak mı?
       “Başkası olma kendin ol, böyle çok daha güzelsin” diyordu bir şarkıda. Hep düşünmüşümdür bu kendin olmak ne ola ki? Farklı olmak mı daha değerli, yoksa kendin olmak mı? Genelde bulunduğumuz ortamlarda, faklı olmaya çalışırız. Çünkü “fark edilmek” varlığımızın bir nişanesidir. Farklı olduğumuzda geleceğe taşınacağımız, bir bakıma ölümsüzlüğü yakalayacağımız konusunda da genel bir inanış vardır. Nasıl farklı olunur o halde? Sadece azınlıkta kalmak fark edilmek için yeterli midir? Çoğunluktan biri olmayıp azınlıkta kalmayı tercih etmek, sadece bulunduğumuz dönemde fark edilmemizi sağlayabilir belki; ama çağlar sonrasına taşımaz bizi.
        Kendi zamanlarında söylediği sözler tarihin koridorlarında yankılananları düşünüyorum. Aristo mesela: Platonun tek öğrencisi değildi; ama diğerlerinden farklı oluşu onu bugünlere taşıdı. Taptuk Emre’nin onlarca belki de yüzlerce müridinden sadece Yunus’un ilahileri okunuyor bugün. Hindistan’ın kurtulması gerektiğini düşünen milyonlarca kişiden biriydi Gandhi; fakat çoğunluktan farklıydı. Aristo, Yunus Emre, Gandhi ve adını tarihe kazımış diğerleri… Şüphesiz ki çağdaşlarından farklıydılar. Bu kişiler farklı görünmek için mi uğraştılar, yoksa inandıkları doğruları yaşayıp “olduğun gibi görünmek”le mi yetindiler?
        Her canlı kendine özgüdür. Aynı ortamda büyüyen, aynı tür canlılar bile birbirlerinden çok farklı özellikler sergiler. Mesela bir patates tarlasında; aynı toprakta, aynı güneşe ve suya maruz kalmalarına rağmen her biri diğerlerinden farklı patatesler yetişir. Yahut ikiz kardeşleri düşünün, aynı anne babadan olmalarına, aynı zamanda ve ortamda büyümelerine rağmen çok farklı özellikler sergileyip birbirlerinden tamamen ayrı kişilikler olabilmekteler. Farklılık hayatın temelinde zaten var. Her insan başlı başına bir âlemdir. Aslında yapılması gereken iç âlemini keşfe çıkmak, kendinin farkına varmak, kendini tanımaktır. Yeterliliklerini ve eksik yanlarını görmek ve kendin olmaya çalışmaktır. Kendin olduğun zaman gerçek anlamda farklı olursun. Her birimiz, şahsımıza has özelliklerle donatılmışız, bunları fark edip en verimli şekilde kullanabildiğimizde kendimiz olmaya başlarız.
        Kendimizin ve başkalarının ayırt edici kişilik özelliklerini tanıdığımızda hayatımız daha da kolaylaşır. Hayat da tıpkı satranç gibi; taşların özelliklerini bilmeden, oyunu kazanmamız mümkün değil. Mesela, sınıfındaki öğrencilerin bireysel farklılıklarını fark eden bir öğretmen sınıfı daha kolay yönetir. Takım oyuncularının özelliklerini keşfeden antrenör daha etkili bir oyun kurabilir. İnsan ilişkilerinde de böyle. Etrafınızdakilerin farklı yanlarını keşfettiğinizde her birine yaklaşımınız da değişik olur ve iletişiminiz daha kaliteli hale gelir. Çoğu kere iyi niyetle başlayan bir diyalog, karşımızdakinin farklı olabileceğini unuttuğumuz yada bunu kabullenemediğimiz için çatışmaya dönüşmüyor mu? Kâinatta ne kadar farklılık varsa o kadar renk var demektir. Hayat tablosundaki renklerin armonisini görebilmektir mesele.
        Kendi zamanlarında söylediği sözler tarihin koridorlarında yankılananları düşünüyorum. Aristo mesela: Platonun tek öğrencisi değildi; ama diğerlerinden farklı oluşu onu bugünlere taşıdı. Taptuk Emre’nin onlarca belki de yüzlerce müridinden sadece Yunus’un ilahileri okunuyor bugün. Hindistan’ın kurtulması gerektiğini düşünen milyonlarca kişiden biriydi Gandhi; fakat çoğunluktan farklıydı. Aristo, Yunus Emre, Gandhi ve adını tarihe kazımış diğerleri… Şüphesiz ki çağdaşlarından farklıydılar. Bu kişiler farklı görünmek için mi uğraştılar, yoksa inandıkları doğruları yaşayıp “olduğun gibi görünmek”le mi yetindiler?
        Her canlı kendine özgüdür. Aynı ortamda büyüyen, aynı tür canlılar bile birbirlerinden çok farklı özellikler sergiler. Mesela bir patates tarlasında; aynı toprakta, aynı güneşe ve suya maruz kalmalarına rağmen her biri diğerlerinden farklı patatesler yetişir. Yahut ikiz kardeşleri düşünün, aynı anne babadan olmalarına, aynı zamanda ve ortamda büyümelerine rağmen çok farklı özellikler sergileyip birbirlerinden tamamen ayrı kişilikler olabilmekteler. Farklılık hayatın temelinde zaten var. Her insan başlı başına bir âlemdir. Aslında yapılması gereken iç âlemini keşfe çıkmak, kendinin farkına varmak, kendini tanımaktır. Yeterliliklerini ve eksik yanlarını görmek ve kendin olmaya çalışmaktır. Kendin olduğun zaman gerçek anlamda farklı olursun. Her birimiz, şahsımıza has özelliklerle donatılmışız, bunları fark edip en verimli şekilde kullanabildiğimizde kendimiz olmaya başlarız.
        Kendimizin ve başkalarının ayırt edici kişilik özelliklerini tanıdığımızda hayatımız daha da kolaylaşır. Hayat da tıpkı satranç gibi; taşların özelliklerini bilmeden, oyunu kazanmamız mümkün değil. Mesela, sınıfındaki öğrencilerin bireysel farklılıklarını fark eden bir öğretmen sınıfı daha kolay yönetir. Takım oyuncularının özelliklerini keşfeden antrenör daha etkili bir oyun kurabilir. İnsan ilişkilerinde de böyle. Etrafınızdakilerin farklı yanlarını keşfettiğinizde her birine yaklaşımınız da değişik olur ve iletişiminiz daha kaliteli hale gelir. Çoğu kere iyi niyetle başlayan bir diyalog, karşımızdakinin farklı olabileceğini unuttuğumuz yada bunu kabullenemediğimiz için çatışmaya dönüşmüyor mu? Kâinatta ne kadar farklılık varsa o kadar renk var demektir. Hayat tablosundaki renklerin armonisini görebilmektir mesele.