∞ HİCANKA ∞

Pazartesi, Mart 20, 2006

Özgür müyüz?

İnsan özüne yabancı şeylere değer
verdiği ölçüde özgürlüğünü yitirir.


       Epiktetos’a göre saadet: “bir şeyi elde etmekte ve ondan zevk almakta değil, hiçbir şeyi arzu etmemektedir. Saadet özgürlüktür.” Günümüzde ne kadar çok şeye sahip olursak o kadar özgür olacağımıza inanıyoruz. Kredi kartımızın limiti ne kadar yüksekse, arabamız ne kadar iyi markaysa, ne kadar lüks mağazalardan alışveriş yaparsak, kendimizi o kadar özgür sayıyoruz. Tam bir özgürlük ise bir türlü gerçekleşemiyor çünkü hep daha iyisi daha güzeli çıkıyor. Özgürlükle mutluluğu bir tutan anlayış mutluluğu da yakalayamıyor. Çünkü özgür olma arzusu bile insanı tek başına dizginlemeye yeter. Sahip oldukça özgürleşmediğimiz gibi esirleşiyoruz da gerçekte. İki seyyah düşünün ki yola çıkmışlar birinin yanında tek abası diğerinin yanında ise iki aba var. Hangisinin zihni ve gönlü daha rahattır? “Tabiî ki, zihnini ve gönlünü dış etkenlerden arındırabilenin... Belki o iki abası olan, yolda gördüğü bir fakire diğerini hiç düşünmeden hediye edebilecek olgunluktadır.
        İnsan özüne yabancı şeylere değer verdiği ölçüde özgürlüğünü yitirir. Bunun göstergesi ise zihnini ve gönlünü ne ile meşgul ettiğidir. Büyükşehirlerde yaşayanlar olarak zaman zaman şehirden uzaklaşıp sakin yerlere gitmek isteriz. Gerçekte bu; şehrin kendisinden değil şehirle sembolleşen zihinsel prangalardan kaçış isteğidir. Çünkü zihnimizi ve gönlümüzü dolduran o kadar çok şey var ki. Öze dönerek özgürleşme isteği hep içimizde olsa da, belki bu prangaların çokluğundan, belki de onların idraklerimizi uyuşturmasından, bunun nasıl olacağını düşünmeye fırsat bile bulamıyoruz. Oysa insanın kendi varlığını düşünmesi karşılanması gereken bir ihtiyaçtır.
        İnsan sadece maddi varlıklardan kurtularak da özgürleşemez. Daha fakir olanın daha özgür olacağı doğru değildir. Evinin tek lüksü televizyon olan birisi pek ala o tek lüksünün esiri olarak zamanın çok büyük bir kısmını ona feda edebilmektedir. Özgürlüğün tek düşmanı maddiyat değildir. İdealist metinlerde insanın yaşamdaki en büyük engelinin kendisi olduğu yazar hep. Çoğu kere hırsımıza, heveslerimize, alışkanlıklarımıza, şehvetimize, kibrimize yenik düşüp kendimizi bu dehlizlerin karanlığına hapsetmiyor muyuz? Yaşamda gerçekten doğruluğuna inandığımız şeyleri seçip sürdürebildiğimizde dehlizlerin dışında özgür yaşam sürüyoruz demektir.

Çarşamba, Mart 15, 2006

Birey Toplum İlişkisi

Günümüz toplumunun, yaptığı her işte aklını ve vicdanını rehber edinen olgun bireylere ihtiyacı var.

      Birey toplum ilişkisini, hücrelerle bedenin etkileşimine benzetmişimdir hep. Toplumsal gelişim mi yoksa kişisel gelişim mi sorusunu da bu açıdan bakıldığında yersiz bulduğumu belirtmek isterim. Nasıl ki hücrelerin hasta olduğu bir bedenin sağlığından söz etmek mümkün değilse bireylerinin niteliksiz olduğu bir topluluğun gelişmişliğinden söz etmek mümkün değildir. Psikolojik çöküntülerin yaşandığı toplumlarda sosyolojik çözünmelerin yaşanması kaçınılmazdır. Toplumu yüceltmek için uğraşanlar kendilerini yüceltmek için uğraşsalar, amaçlarına daha emin bir yoldan daha çabuk ulaşabilirler.
        İnsanlarla konuştuğumda hep bir sorunlar yumağı görüyorum. Aile sohbetlerinde, kahve muhabbetlerinde, arkadaş gruplarında hep aynı tablo, bir “sistem” var ki hep sorumlu o. “Sistem böyle” cümlesini kullananlara sorsanız ki şu sistem ne diye, çoğu tanımlayamaz bile. Bir özel sektör çalışanı, kamu kurumunda çalışmaya başladığında vakti zamanın da eleştirdiği, devlet memuru zihniyetiyle hareket etmeye başlıyor çoğu kere. Çünkü sistem böyledir. Ne hazin ki insanlarımızın çoğu kişiliklerini, tanımlamakta bile zorlandığı sisteme göre şekillendirmekte! Bugün Türkiye’nin hukuk, eğitim, üretim, sağlık, ekonomi ve diğer alanlarındaki sorunları hep ikinci derecedeki sorunlardır. Asıl sorun zihniyet problemidir. Aç insan her şeyi yapar denmekte kesinlikle katılmıyorum. Aç hayvan her şeyi yapabilir ama insan yapmaz, yapmamalıdır. Bugün insanlığın onuruna sığmayan davranışları sergileyenler belki de insan olma özelliğini çoktan yitirenlerdir.
        Toplumun kalitesini parayla yahut kanunlarla geliştirmek pek mümkün değildir. Arap ülkelerini düşünün mesela belli bir enerji kaynağına sahip oldukları için refah düzeyleri yüksek olsa da gelişmiş bir toplum demek çok zordur. İran’a bakın; yasaların engellediği birçok şeyin devlet müdahalesinin mümkün olmadığı ortamlarda sürdüğü bilinmekte.
     İnsanın aklı bedenine, madde tarafına, gönlü ise ruhuna, manevi tarafına hükmeder. İdeal insan; maddi ve manevi vücudunu dengeleyebilendir. İnsan bu dengeyi bozduğunda bundan sadece kendisi değil, konumuna göre tüm insanlık etkilenebilmekte. Önemli olan insanın ne kadar bildiği değil ne olduğudur. Bugün hırslarına ve açgözlülüklerine yenik düşerek, Dünya’nın kaynaklarını sömürmek için aciz insanları öldürmeyi bile göze alanlar çoğunluğa göre çok daha bilgililer. Aynı şekilde Türkiye’ye asıl zararı cahiller değil çoğunluğa göre bilgililer vermekte. Günümüz toplumunun, yaptığı her işte aklını ve vicdanını rehber edinen olgun bireylere ihtiyacı var.

Çarşamba, Mart 08, 2006

Zıtların Tezahürü

Melek de sensin, şeytan da sen.
Yüzün neye dönerse bil ki o olursun sen!



        İçimizde ve dışımızda, zıtların karşılıklı olarak tezahürünü görüyoruz hep. Sıcak-soğukla, gece-gündüzle, erkek-dişiyle, hüzün-sevinçle, tevazu-kibirle var. Var olmak zıttınla bir arada olmayı gerekli kılar. Hayatın dengesi böyledir adeta. Gerçek iç huzur, bunu kabullenmekle başlıyor.
        Çoğu kere olayların akışı içerisinde boğulup gidiyoruz. Hayatı simsiyah yada bembeyaz görüyoruz. Beyaz günlerimizin arkasından gelen bir siyahlık, muhtemel ki daha ötesini göremediğimiz yada düşünemediğimiz için bizi mutsuz etmeye yetiyor. Oysa hayatın rengi ne siyah ne de beyazdır hayatın rengi: siyah ve beyaz’ın karışımından oluşan gridir. Hayatı yaşamak sadece beyazı yaşamak, beyaz anların sayısını mümkün olduğunca arttırmak şeklinde gösterilir. Bunun da adına “hayatın tadını çıkarmak” denir. Kimi zaman da siyah anlar yaşadığımızı biliriz ama hep bu siyahın içerisindeki beyazı arar, bulduğumuz küçücük bir beyaz damlasını deniz gibi görmeye çalışıp, mutlu olmak için uğraşırız. Gerçek anlamda hayatın tadına varmak siyah ve beyazın muhteşem ahengini görmektir. Şimdi bu nokta da; siyah günleri kim ister ki denebilir. Mesele tercih yapmak değildir. Zaten istesek de istemesek de bir şekilde yaşarken zorluklarla, sıkıntılarla karşılaşıyor, her iki durumu da tadıyoruz. Önemli olan hayata ve olaylara Nasrettin Hoca misali biraz üstten bakabilmektir: Nasrettin Hoca bir darlık yaşadığında sevinir, bolluk yaşadığında ise üzülürmüş. Nedeni sorulduğunda, bolluk zamanında sonrasında gelecek olan darlığa üzüldüğünü, darlıkta iken ise gelecek olan bolluğa sevindiğini söylermiş. Anlaşılan Nasrettin Hocamız hayattaki devinmeyi çok iyi kavramış. Uzakdoğu kökenli ying yang felsefesi de, iyi olanla kötü olanın bir arada olacağını aksi takdirde dengenin gerçekleşmeyeceğini savunur.
        Kâinatta zıtların eşsiz bir uyumu vardır. Su mesela: Yanıcı ve yakıcı iki maddenin birleşiminden, yepyeni ve hayatın devamı mevcudatına bağlı, mükemmel bir madde oluşmuştur. İnsanda da zıtların kusursuz dengesini görebilirsiniz. Temelde ruh ve beden etrafında kümelenen özelliklerimiz hep birbirini tamamlar niteliktedir. Tasavvuf inancına göre: Dünya hayatı Allah’ın “kün” yani “ol” demesiyle başlamıştır. “Kün” kelimesi; Arapça “kaf” ve “nun” harflerinden oluşur. Buradaki “kaf” kemal ve küfrü, “nun” ise narı ve nuru temsil eder. Varlık sırlarımızı anlamaya yapılacak içsel yolculuklarda, “her şey zıttıyla kaim” düsturunca, bir varlığı tanıdığınızda onun zıttı olanı kavramanız da kolaylaşır. Zıtları tanıdığımız da tercihlerimiz de kolaylaşacaktır şüphesiz.
        Ez cümle: melek de sensin, şeytan da sen. Yüzün neye dönerse bil ki o olursun sen!

Gamzenin sorularına cevap

YAPTIĞIM İKİ İŞ
Bilgisayar Öğretmenliği
Web tasarımcılığı
DEFALARCA İZLEYEBİLECEĞİM İKİ FİLM
Cesur Yürek
ikincisini şu an hatırlayamıyorum :)
YAŞADIĞIM YER
İzmir
SEVDİĞİM DÖRT TV PROGRAMI
düşünce iklimi
yolcu
ceviz kabuğu
bilinmeyen sinemalar kuşağı
TATİL İÇİN GİTTİĞİM YERLER
Gökova
İstanbul
EN SEVDİĞİM DÖRT YİYECEK :
zeytinyağlı yaprak sarması
kuru fasulye
pilav
ve her türlü yeşillik
HER ZAMAN ZİYARET ETTİĞİM DÖRT BLOG:
Genelde listemdeki herkes...
ŞUANDA OLMAK İSTEDİĞİM DÖRT YER :
olduğum yerden memnunum :)
EBELEDİĞİM DÖRT BLOGER :
kimseyi ebelemek istemiyorum :)